After Life Dizisi, Yasta Olmak ve Yastan İyileşmek Üzerine

After Life, Ricky Gervais’ı yapımcı, yönetmen ve başrol olarak bizlerle buluşturan bir Netflix dizisi. Genellikle bizi güldürmesine alışkın olduğumuz Gervais bu kez farklı bir atmosfer ile örülü, hayatın tam içinden bir hikâye ile yakaladı bizleri. After Life, eşi Lisa’nın ölümüyle birlikte derin bir yas dönemine giren kahramanımız Tony’nin, artık yaşamak için hiçbir anlam bulamaması ve yas süreciyle baş edemeyişi üzerinden ilerliyor. Tony oldum olası biraz huysuz, sarkastik ve oldukça da hazır cevap bir karakter sayılabilir. Bu özellikleri eşi Lisa’yı kaybetmesiyle iyice sivriliyor ve katlanılmaz bir adama dönüşüyor. Sanki dikenleri varmış gibi… O dikenleri etrafındakilere batırıp canlarını acıtmaktan çekinmiyor. Çünkü içinde hiçbir yere sığdıramadığı ve söküp atamadığı bir acı var. Lisa’yı çok özlüyor ve onun yokluğuyla baş edemiyor. Dostları ve ailesi onu anlasalar ve yardım etmek isteseler de bu dikenlerden nasiplerini alıyorlar. Tony etrafına aşılmaz bir zırh örmüş, içeride acısını yaşıyor. Eskiden keyif aldığı hiçbir şey artık ilgisini çekmiyor ve yalnızlığına gömülmeye başlıyor. Bu süreçte değer verdiği ve ona yarenlik eden tek bir canlı var, köpekleri Brandy. Lisa’nın yokluğunda ikisi iyice birbirlerine sığınıyorlar. Tony bir şekilde her sabah uyanıyor, ilk iş dizüstü bilgisayarını açıp eşi Lisa’nın gittikleri tatillerde ya da evlerinde çektiği videolarını izliyor. Gözlerinde derin bir özlem ve yüzünde insanın içini sızlatan bir gülümsemeyle… Sonra yataktan çıkıp giyiniyor ve Brandy’yi besliyor. Yaşadığı küçük İngiliz kasabası Tambury’nin yerel gazetesindeki işine –canının istediği saatlerde olsa da- gidip geliyor. İşten sonraki zamanlarında arkadaşlarının ısrarıyla da olsa birlikte biraz zaman geçirip bir şeyler içiyorlar bazen. Arada bir huzurevindeki babasını ziyaret ediyor hatta orada çalışan Emma ile arkadaş olup flörte doğru giden bir iletişim de kuruyor. Gelgelelim ki, yaptığı hiçbir şey Tony’nin daha iyi hissetmesini sağlayamıyor. Acısını her an, gittiği her yere yanında götürüyor. Biz de ekranın karşısında, arada bir gülümsetse bile çoğunlukla kalbimizi sızlatan hatta bizi ağlatan bir izleme deneyimiyle sarmalanıyoruz. Sarmalanıyorduk demek daha doğru olur belki, çünkü dizi üçüncü ve son sezonuyla veda etti geçtiğimiz günlerde. Ardında hem sorular hem de cevaplar bırakarak…
Diziyi izlerken, Tony’nin acısını yüreğimin ta orta yerinde hissediyor ve şunu soruyorum: “Çok sevdiğim birini kaybedersem ne yaparım?” Kayıp ve yas, hayatta ne zaman yüzleşeceğimizi önceden bilemeyeceğimiz, yüzleşmek zorunda kaldığımızda ise başa çıkmakta zorlandığımız olgular. Hangi kültürden olursak olalım, çoğunlukla toplumun yastaki bireye duygularını özgürce yaşayıp yasın içinden geçmesi için alan tanımadığını söylemek yanlış olmaz. En yakınlarınızdan birini kaybettiğinizde bile birkaç gün sonra işe dönüp çalışmaya devam etmeniz bekleniyor. Eğer erkekseniz, ağlamanız ve acınızı göstererek yaşamanız çoğunlukla size yakıştırılmıyor. Çocuk, yetişkin veya yaşlı olmanız fark etmeksizin, herkes size nasıl hissetmeniz ve düşünmeniz gerektiğini söylemek üzere hazır bulunuyor etrafınızda. Kediniz öldükten birkaç gün sonra “Yeni bir kedi sahiplensene,”, ebeveynlerinizden birinizi kaybettiyseniz “Ölümlü dünya. Üzülme artık mahvettin kendini,” sözlerini duymamanız imkânsız. Yasın ne kadar sürmesi gerektiğine ve onu nasıl atlatacağımıza kim karar veriyor? Kedimiz öldüğünde kaç gün üzülüp sonra yeni bir kedi sahiplenmeliyiz? Anne ya da babamızı kaybettikten kaç gün sonra ölümün herkes için olduğunu kendimize hatırlatarak acımızı dindirebiliriz? Bu soruların herkes için doğru kabul edilebilecek, genel geçer cevapları olduğunu sanmıyorum. Varsa, bilen söylesin. Kaldı ki, doğru sorular bunlar değil bence. Yaşadığınız kaybın size nasıl hissettirdiği, içinizden nelerin geçtiği, neleri kelimelere dökmenin veya yazmanın iyi gelebileceği, üzerinde durulması ve yanıt aranması gereken çok daha doğru sorular olabilir. Belki de kaybınızın ardından bir süre dibe vuracak kadar acı çekmeniz gerekiyor ama olmaz, herkes metin olmanızı bekliyor sizden. Gözünüzün yaşını silmeli ve hayatınıza devam etmelisiniz.
“Yapma etme, bak çocukların da seni gördükçe mahvoluyor. Onlara kötü örnek oluyorsun.”
“Hadi bir tatile çıkalım seninle, kafan dağılır ne dersin?”
“Kardeşlerin için güçlü durmalısın, sen dağılırsan kim kol kanat gerer onlara.” Bu cümleleri hep birlikte çoğaltabiliriz sanıyorum ki. Daha niceleri var hep duyduğumuz.
Bize iyi geleceğine inanarak sarf edilen ancak aslında zarar veren bu sözler ne yazık ki kültürden kültüre pek de değişmeyen ve doğru olduğuna inanılan yanlış bilgilerimizi yansıtıyor. Ben bu bilgilerin yanlış olduğunu Yastan İyileşme El Kitabı ile keşfettim. Aslına bakarsanız bunlara “mitler” demek daha doğru olur. Yas İyileştirme Enstitüsü’nden John J. James, Russell Friedman ve Dr. Leslie Landon Matthews yas kavramıyla ilgili mitler olduğunu söylüyor. Bu mitleri büyüklerimizden öğreniyor, doğruluğunu sorgulamadan kabul ediyor ve biz de bir sonraki nesle aktarıyoruz. Yukarıdaki cümleler de bu mitlerin dışa vurumu. Yasla ilgili bir diğer önemli nokta da şu: Yas, sadece ölüm karşısında yaşanılan bir süreç değil. Herhangi bir son, kayıp ya da hayatı etkileyen değişiklik kişide yas sürecini başlatabilir. Oysaki genellikle ölümle ilişkilendiririz yas kavramını. Şehir ya da ülke değiştirmenin veya bir arkadaşımızla küsmenin de bizi yas tutmaya götüren olaylar olduğunu düşünmeyiz. Bunlar gibi yas kavramıyla ilgili daha pek çok şey var bilmediğimiz. Bu konudaki doğru bilgiler ve de en önemlisi “yastan nasıl iyileşebileceğimiz”, Yastan İyileşme El Kitabı ve Yastaki Çocuğa Nasıl Yardım Edebiliriz? kitaplarında John J. James ve Russell Friedman tarafından oldukça açık ve anlaşılır şekilde anlatılıyor. Yas sürecindeyseniz ve iyileşmeye ihtiyacınız varsa, bu kitapları kendi başınıza, bir arkadaşınızla birlikte ya da bir psikolog rehberliğinde okuyarak iyileşmenize büyük katkı sağlayabilirsiniz. Öyle görünüyor ki, kayıplarımızın ya da yaşadığımız sonların ardından hayatımıza nasıl daha sağlıklı şekilde devam edebileceğimizi öğrenmek için bu kitapları okumakta ve sevdiklerimize tavsiye etmekte fayda var. Keşke kayıplar ve üzüntüler hiç olmasa ama varlar. Bu gerçeği değiştiremeyeceğimize göre, nasıl başa çıkacağımızı öğrenmek kendimize vereceğimiz çok kıymetli bir hediye olabilir. Ve keşke, kahramanımız Tony’nin de bu kitapları okuma şansı olsaydı…